Oyun Oynamanın Karşı Konulmaz Gücü

Oyun Oynamanın Karşı Konulmaz Gücü

Oyun Oynamanın Karşı Konulmaz Gücü

Tülay Özer

Tülay Özer

Psikiyatrist Stuart Brown, 1 Ağustos 1966 da Houston Baylor College da asistan profesör olarak göreve başladı. Aynı gün 25 yaşındaki Charles Whitman, Austin kampüsünün kulesine çıkarak 46 kişiyi vurdu. Eski bir donanma nişancısı ve mühendislik fakültesi öğrencisi olan Whitman ın böyle bir katliam yapacağı onu tanıyan kimsenin aklına gelmezdi. Brown a psikiyatr olarak bu olayı inceleme görevi verildi. Brown daha sonra Texas ta bulunan 26 katille de görüşmeler yaparak bir pilot çalışma gerçekleştirdi. Çalışmanın sonunda Whitman dahil tüm katillerin iki ortak noktası olduğu ortaya çıktı: Hepsi istismarcı ailelerden geliyordu ve hiçbiri çocukken oyun oynamamıştı.

Brown o sırada bu iki faktörden hangisinin daha önemli olduğunu bilmiyordu. Ama bu araştırmanın üzerinden geçen 42 yıl içerisinde 6000 kişiyle daha çocuklukları hakkında görüşme yapma imkanı oldu. Görüşmelerinin sonunda, hayal gücüne dayalı serbest oyundan uzak kalmanın, çocukların mutlu ve uyumlu yetişkinler olmalarını engellediğini buldu.

Bilim adamlarının "serbest oyun" dedikleri süreç, sosyal adaptasyon, stresle baş etme ve problem çözme gibi bilişsel becerilerin oluşması için çok önemli bir rol oynamaktadır. Hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalar, oyunun yararlarını ve evrimsel önemini vurgulamıştır. Buna göre oyunun, insanlar da dahil olmak üzere tüm hayvanların yaşamını sürdürmesi ve çoğalması için gerekli becerilerin kazanımında destekleyici bir rolü vardır.

Psikologların büyük bölümü oyunun yetişkinliğe kadar uzanan yararları olduğu konusunda hemfikirdir. Fakat oyun oynamamanın çocuklar üzerinde yarattığı olumsuz etkileri üzerinde henüz bir fikir birliği sağlanmamıştır. Bunun sebebi, geçmişte çok az çocuğun serbest oyundan mahrum kalmasıdır. Günümüzde ise serbest oyun çocukluk döneminin vazgeçilmezleri arasındaki yerini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Archives of Pediatrics and Adolescent Medicine dergisinde 2005 yılında yayınlanan bir makalede, çocukların serbest oyun oynama süresinin 1981 ve 1997 yılları arasında %25 oranında azaldığını göstermektedir. Aileler çocuklarını iyi okullara sokmak amacıyla serbest oyuna ayrılan zamanı kısıtlayarak yapılandırılmış aktiviteleri tercih etmektedir. Anaokulunda bile çocukların okul sonrasındaki serbest zamanları müzik ve spor aktiviteleriyle doldurulurken yaratıcılığı ve işbirliğini arttıran hayal ve coşku dolu serbest oyunun süresi giderek azalmaktadır.

Diğer birçok çalışma da Brown un çalışmasını desteklemekte ve oyun oynamayan çocukların ve hayvanların sosyal, duygusal ve zihinsel gelişimlerinin olumsuz yönde etkilendiğini göstermektedir. Brown ve diğer psikologlar oyun süresinin kısıtlanmasının sonucunda kaygılı, mutsuz ve sosyal uyumu düşük yetişkinlerle dolu bir jenerasyonun oluşmasından endişe etmektedir. Brown "oyun içermeyen bir yaşantının oldukça kötü sonuçları olabilir," demiştir. Oyun oynamaya başlamak içinse hiçbir zaman geç değildir, çünkü oyun, çocukların olduğu kadar yetişkinlerin de zihinsel ve fiziksel gelişimini desteklemektedir.

Çocukların hayatında oyunun azalmasıyla ile ilgili kaygıların temeli 1961 yılında Danimarka da Oyun Derneği nin kurulmasına kadar uzanır. Bu dernek, oyun oynamanın çocukların temel hakkı olduğunu vurgulamayı ve bu hakkı korumayı amaçlamaktaydı. Bu fikrin popülerleşmesi ise ancak geçtiğimiz 10 yıl içinde gerçekleşmiştir. Brown Üniversitesi tarafından kurulan National Institute for Play in Carmel Valley, Calif.ve Alliance for Childhood and The Association for the Study of Play gibi kuruluşların açılmasıyla oyun oynamanın değerinin altı çizilmiş ve oyun oynamamanın sonuçlarıyla ilgili endişeler dile getirilmiştir.

Özgürlük Önemlidir

Günümüz çocukları futbol ve scrabble oynamaya devam ediyorlar. Peki uzmanlar neden bu tür yapılandırılmış oyunların serbest oyunun yerini almasıyla ilgili endişe duyuyorlar? Minnesota Üniversitesinde çalışan okul psikoloğu Anthony D. Pellegrini, yapılandırılmış oyunların da sosyal becerileri ve grup uyumunu destekleyen eğlenceli ve öğretici deneyimler olduğunu belirtiyor. Ancak bunların, daha önceden belirlenmiş ve takip edilen kuralları olduğunu da ekliyor. Serbest oyunun ise önceden belirlenmiş kuralları olmadığı için daha yaratıcı süreçler içerdiğini ifade ediyor. Bu düşünceye göre, serbest oyunun belirli kuralları takip etmeyi gerektirmemesi ve yaratıcılığı desteklemesi beyin gelişimini yapılandırılmış oyunlara göre daha olumlu etkilemesini sağlamaktadır.
Serbest oyunu çocuk başlatır ve yaratır. Örneğin doktor, prenses olmak ya da özellikle erkek çocuklarının oynadığı güreş gibi… Bu güreş oyununda çocuklar eğlence için dövüşür gibi yaparlar ve çoğu zaman tek bir tarafın kazanmasını engellemek adına rol değiştirirler. Hayvanlar dünyasına bakıldığında da serbest oyunun çok yaygın olduğu görülür ki bu da oyunun önemli evrimsel kökleri olduğunu destekler. The Genesis of Animal Play kitabının yazarı Gordon M. Burghardt, oyunun tanımını yapabilmek için 18 yıl boyunca hayvanları gözlemlemiştir. Buna göre oyun tekrarlayıcı olmalıdır. Bir objeyle bir kere ilgilenmiş bir hayvan onunla oynamış sayılmaz. Oyun, tekrarlayıcı olmasının yanında istemli olarak oluşturulmalı ve rahat bir ortamda başlatılmalıdır. En önemlisi oyunun belirgin bir amacı ya da hedefi olması gerekmez. Hayvanlar ve çocukların bakıma muhtaç olduklarında ya da stresli bir durumda bulunduklarında oyun oynamadıkları da gözlemlenmiştir.

Yüzleşme Zamanı

Serbest oyunda amaçsız gibi görünen aktiviteler çocuklar için nasıl yararlı olur? Pellegrini "Öğretmenlerinizin size nasıl davranacağınızı göstermesiyle sosyal olarak başarılı olamazsınız. Neyin kabul edilir, neyin kabul edilemez olduğunu, ancak yaşıtlarınızla etkileşime geçerek öğrenebilirsiniz," demektedir. Pellegrini Çocuklar oyun içinde adil olmayı ve sıra beklemeyi öğrenirler. Her zaman kraliçe olmayı isteyemezler yoksa oynayacak arkadaşları kalmaz. Oyunun devamını istedikleri için ötekilerin istekleri doğrultusunda fedakarlık yapmaya razı olurlar," diye eklemektedir. Çocuklar bir matematik problemini çözerken engellendiklerinde kolaylıkla pes edebilirler ancak oyun içinde oyundan zevk aldıkları için engellenmeler karşısında kolay pes etmezler ki bu da onların pes etmeme ve pazarlık yapma becerilerini güçlendirir.
Arkadaş canlısı kalabilmeyi başarmak iletişim gerektirir. İletişim ise en değerli sosyal beceridir. Arkadaşlarla oynanan oyun iletişimi desteklemesi açısından çok önemlidir. Çalışmalar, çocukların arkadaşlarıyla oynarken yetişkinlerle oynadıkları zamana göre çok daha sofistike bir dil kullandıklarını göstermiştir. Pellegrini de hayal gücüne dayalı oyunda fiziksel olarak var olmayan şeyleri anlatmak zorunda kaldıklarından çocukların arkadaşları tarafından anlaşılabilmek adına daha karmaşık bir dil kullanmak zorunda kaldıklarına dikkat çekmektedir. Örneğin çocuğun elinde bir külah tutar gibi yaparak "vanilyalı mı, çikolatalı mı?" demesi yetmez. "Vanilyalı dondurma mı istersin yoksa çikolatalı dondurma mı?" demesi gerekir. Yetişkinler ise çocukla oynarken boşlukları kendileri doldurabildiklerinden çocukların çok açıklayıcı olmalarına gerek kalmamaktadır.

Eğer ki oyun çocukların sosyalleşmesine yardım ediyorsa, oyun oynamamanın sosyal gelişimi olumsuz etkilemesi beklenir. Yapılan çalışmalar da bu sonuca varmıştır. 1997 yılında Ypsilanti Michigan da High/Scope Educational Research Foundation tarafından yapılan bir çalışmada, serbest oyuna önem veren anaokullarına giden çocukların, öğretmenlerin yapılandırdığı oyunlar oynanan anaokullarına giden çocuklara göre sosyal olarak çok daha uyumlu oldukları bulunmuştur. Yirmili yaşlara geldiklerinde, öğretmenlerin yapılandırdığı anaokullarına giden çocukların üçten birinden çoğu bir suç yüzünden tutuklanırken, serbest oyuna önem veren anaokullarına giden çocukların tutuklanma oranı onda birden azdır.

Hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalar da oyun oynamaktan mahrum kalmanın sosyal becerileri olumsuz etkilediğini ortaya koyar. 1999 yılında Behavioural Brain Research dergisinde yayınlanan bir çalışmada, fareler arasında en çok oyun oynanan 2 haftalık gelişim evresinde yalnız bırakılan farelerin oyun oynamasına izin verilen farelere göre daha az sosyal gelişim gösterdikleri bulunmuştur. 2002 yılında Developmental Psychobiology dergisinde yayınlanan bir çalışma, çocukluk dönemlerinde yalnız bırakılan erkek farelerin daha sonra onlara saldıran baskın erkek farelerle karşılaştıklarında kaçamadıklarını ve kendilerini koruyamadıklarını göstermiştir.
Başka bir çalışma oyunun duygusal tepki ve sosyal öğrenmeyi içeren "üst düzey" beyin alanlarındaki nöron gelişimini desteklediğini göstermiştir. 2003 te bilim adamları oyun içinde güreşmenin beynin ürettiği nörotropik etkenin (BDNF) salgılanmasını sağladığını bulmuşlardır. Bu protein duygusal tepki ve sosyal gelişimle ilgili beyin bölgelerinde nöronların çoğalmasını tetiklemektedir. Araştırmacılar 13 farenin 3 buçuk gün boyunca serbestçe diğer farelerle oynamasına izin vermiş, başka 14 fareyi de aynı süre boyunca yalnız bırakmışladır. Daha sonra farelerin beyinlerini karşılaştırmalı olarak incelediklerinde oyun oynayan fareleri oynamayanlarla kıyaslamışlar ve oyun oynayanların korteks, hippokampüs ve amigdalalarında çok daha yüksek seviyede BDNF bulmuşlardır. Bu çalışmayı yürütenlerden biri olarak Washington State Üniversitesinden Nörobilimci Jaak Pankseep "Bence oyun, beynin üst düzey bölgelerini sosyalleşmesini sağlayan temel mekanizmadır" demektedir.

Stresin Azalması

Çalışmalar oyunun aynı zamanda çocukların duygusal açıdan sağlıklı olmaları için de çok önemli olduğunu göstermektedir. Araştırmalar oyunun çocukların kaygı ve stresle baş etmelerine yardımcı olduğunu göstermiştir. 1984 te Journal of Child Psychology and Psychiatry dergisinde yayınlanan bir çalışmada üç buçuk yaşındaki yetmiş dört çocuğun okulun ilk günü yaşadıkları kaygı düzeylerine bakılmıştır. Kaygı düzeyleri belirlemek için çocukların ne kadar ağladıklarına, ailelerinin yanlarında kalması için ne derece yalvardıklarına ve avuçlarındaki ter miktarına bakılmıştır. Yapılan gözlemlere göre çocuklar kaygılı olmalarına ve olmamalarına göre iki gruba ayrılmıştır. Daha sonra bu yetmiş dört çocuk rastgele dört gruba dağıtılmıştır. Çocukların yarısı, içi oyuncak dolu odalara götürülmüş ve on beş dakika boyunca ister yalnız ister arkadaşlarıyla oynamalarına izin verilmiştir. Çocukların diğer yarısını ise yalnız ya da arkadaşlarıyla birlikte bir masaya oturtmuşlardır. Bu çocuklara öğretmenleri on beş dakika boyunca kitap okumuştur.

Sonrasında, çocukların kaygı düzeyi yeniden ölçülmüştür. Oyun oynayan gruptaki kaygılı çocukların, hikâye dinleyen gruptaki kaygılı çocuklara oranla kaygı düzeylerinde iki kattan fazla azalma gözlenmiştir. (Kaygılı olmayan çocuklarda önemli bir değişim gözlenmemiştir). Diğer bir ilginç bulgu da tek başına oynayan çocukların, arkadaşlarıyla oynayan çocuklara oranla daha fazla sakinleşmiş oldukları yönündedir. Araştırmacılar tek başına kolaylıkla başlatılabilen serbest oyunlar sayesinde çocukların hayal kurarak zorlandıkları durumlarla baş ettiklerini öne sürmektedir.
Hayvanlar üzerinde yapılan araştırmalar da oyunun stresi azalttığına ilişkin bulguları desteklemektedir. Sinirbilimde kullanılan "sosyal arabellek" kavramı, oyunun stresle baş etmedeki rolünün altını çizmektedir. 2008 yılında yayınlanan bir araştırmada Gettysburg Üniversitesinden nörobilimci Stephen Siviy, fareleri tek başlarına odaya kapatmış ve onları daha önce bir kedi tarafından kullanılmış bir tasmaya maruz bırakarak kaygılarının görünür şekilde artmasını sağlamıştır. Sonrasında oda temizlenmiş ve kedi kokusundan tamamen arındırılmıştır. Buna rağmen ve tasma olmaksızın odaya bırakılan farelerin kaygı düzeylerinin anında yeniden arttığı gözlemlenmiştir. Büyük olasılıkla bu fareler içinde bulundukları mekan ve kedi arasında bir bağlantı kurmaktadır. Bir sonraki aşamada Siviy ve meslektaşları odaya daha önce hiç kedi tasmasına maruz kalmamış, dolayısıyla korkmamış diğer bir fare bırakmıştır. İki fare birbirlerini kovalayarak, yuvarlanarak ve kavga eder gibi yaparak oynamaya başlamışlardır. Kısa süre sonra ilk farenin rahatladığı ve sakinleştiği gözlenmiştir. Bu bulgu oyunun farenin kaygısını azaltmaktaki rolüne işaret etmektedir.

Sınıf Birinciliğine Oyna

Stresi azaltmak ve sosyal beceriler kazanmak oyunun en belirgin faydaları olarak görülse de araştırmalar oyunun pek bilinmeyen, üçüncü bir etki alanına daha işaret etmektedir: Oyun çocukların zekâsını arttırmaktadır. 1973 yılında Developmental Psychology dergisinde yayınlanan klasik bir çalışmada araştırmacılar doksan okulöncesi çağındaki çocuğu üç gruba ayırmışlardır. İlk gruptaki çocuklara dört oyuncakla istedikleri gibi oynamaları söylenmiştir. Oyuncak seçenekleri arasında bir yığın kağıt havlu, tornavida, bir ahşap kara tahta ve bir yığın ataç vardır. İkinci gruptan ise çocuklardan dört nesneyi kullanarak deneyi uygulayan kişiyi taklit etmeleri istenmiştir. Son gruba ise nesneler gösterilmemiş ve onlardan bir masaya oturup istedikleri bir resmi çizmeleri istenmiştir. Her gruba on dakika zaman verilmiştir. Hemen ardından araştırmacılar çocuklardan her nesnenin nasıl kullanılabileceği yönünde fikirler üretmelerini istemişlerdir. Nesnelerle oynayan ilk gruptaki çocukların diğer gruptaki çocukların ortalama üç katı kadar daha standart dışı, yaratıcı kullanım alanları tanımladıklarına ilişkin bulgu oyunun yaratıcı düşünceyi desteklediğine işaret etmektedir.
Oyun sırasında çıkan kavgalar da problem çözme becerilerini geliştirmektedir. 1989 yılında Pellegrini tarafından yayınlanan bir makaleye göre, ilkokul çağındaki erkek çocuklar ne kadar çok gürültü patırtı çıkaran oyunlar oynarsa "sosyal problem çözme beceri" testinden o kadar iyi puanlar almaktadır. Değerlendirmede arkadaşından bir oyuncak almaya çalışan bir çocuğun beş adet resmi ile annesinin azarından kaçınmaya çalışan bir çocuğun beş adet resmi çocuklara gösterilmiştir. Sonra deneye katılan çocuklardan onlara gösterilen her bir sosyal problem için mümkün olduğunca çok çözüm üretmeleri istenmiştir. Puanlama çocukların bahsettikleri stratejilerin çeşitliliğini temel alarak yapılmıştır. Gürültülü patırtılı oyun oynayan çocuklar çok daha iyi puanlar almışlardır.

Ancak Pellegrini bu çalışmalardan ne ölçüde sebep ve sonuç çıkarılabileceğini sorgulamıştır: Oyun ne yapar? Bir şeyler öğrenmenin öncüsü müdür (böylece oyun beceriden önce gelmektedir ) yoksa hâlihazırda gelişmekte olan becerilerin sınandığı veya pekiştirildiği bir alan mıdır? Bu sorunun cevabını kimse bilmese de Pellegrini, her halükarda oyunun bir düzeyde yararlı olduğu sonucuna varmıştır.
O halde oyunun eksikliği problem çözme becerilerinin gelişimini engeller mi? Hayvanlar üzerine yapılan araştırmalar bunun olası olduğunu gösteriyor. 1978 yılında Developmental Psychology dergisinde yayınlanan bir makalede deneyciler yavru farelerin olduğu alanı ağlarla bölmelere ayırmıştır. Böylece yavru fareler gelişimleri sırasında en sık oyun oynadıkları dönemde, yirmi gün boyunca birbirlerini görüp, koklayıp, duyabilirken, oyun oynayamamışlardır. Araştırmacılar bu fareler ile oyun oynamaları hiç kısıtlanmamış olan diğer bir grup farenin önüne bir yemeğe ulaşabilmek için çekmeleri gereken bir lastik top koymuşlardır. Birkaç gün sonra farelerin yemeğe ulaşmaları için topu itmeleri gereken farklı bir düzenek kurmuşlardır. Ağlarla ayrılmış farelerin oyun oynayan farelere oranla yeni yaklaşımlar denemelerinin daha uzun zaman aldığı ve bu nedenle problemi çözmekte
oyun oynayan fare grubunun gerisinde kaldığı gözlenmiştir. Araştırmacılar oyun sayesinde hayvanların yeni şeyler denemeyi öğrendiklerini ve oyun oynamayan hayvanların bu davranışsal esnekliği kazanamadıklarını iddia etmişlerdir.
2007 yılında yapılan ve Archives of Pediatrics & Adolescent Medicine dergisinde yayınlanan bir araştırmaya göre oyun dil gelişimini de desteklemektedir. Washington Üniversitesi araştırmacıları on sekiz ay ile iki buçuk yaş arasında orta ve alt gelirli ailelerden gelen çocuklara bir kutu oyuncak blok vermişlerdir. Bu çocukların anneleri ve bloklara sahip olmayan bir grup çocuğun anneleri çocuklarının ne sıklıkla oyun oynadıklarının kaydını tutmuştur. Altı ay sonra bloklarla oynayan çocuklar dil testlerinde diğer çocuklara oranla daha yüksek puanlar almıştır. Ancak araştırmacılar bu gelişmenin bloklarla oynamakla ne derece ilgili olduğu konusunda net değildir çünkü çocuklar bloklarla oynayarak televizyon gibi verimsiz aktivitelerle çok daha az zaman harcamışlardır. Dolayısıyla bloklarla oynamaktan çok verimsiz diğer bir aktiviteyi yapmamak da sonuçlar üzerinde etkili olmuş olabilir.

Peki oyun çocukların başarılı olmalarına nasıl yardım edebilir? Hayvan araştırmacıları oyunun bir tür "beklenmeyene yönelik alıştırma yapma imkanı" sağladığına inanmaktadır. Colorado Üniversitesinden Evrimsel Biyolog Marc Bekoff, oyunun rastgele olmasına ve yaratıcı doğasına gönderme yaparak "oyun kaleydoskop (içinde sürekli değişen manzaraların olduğu dürbün) gibidir" demiştir. Bekoff, oyunun gelecekte beklenmeyen durumlar karşısında veya yeni ortamlar için gerekli olan esneklik ve yaratıcılık becerisini desteklediğini düşünmektedir. Tufts üniversitesi çocuk gelişim bölümünden David Elkind gibi çocuk psikologları da bu düşünceye katılmaktadır. Elkind "oyun çocukların öğrenmesinin bir yoludur ve oyunun yokluğunda çocuklar öğrenme deneyimlerinden mahrum kalırlar," demiştir.

Haydi Kaybedelim!

Eğer oyun bu kadar gerekliyse, yeterince oynamayan çocuklara ne olur? Bunu tam olarak kimse bilemese de psikologlar bununla ilgili kaygılarını dile getirmektedir. Oyun büyük olasılıkla evrim sürecinde (yeterince uyanık olmayan hayvanların yırtıcı hayvanların saldırısına uğrama riski düşünüldüğünde) hayatta kalmaya yönelik avantajlar sağlaması nedeniyle kalıcı olmuştur. Bekoff " Eğer önemli olmasaydı oyun bugünkü gelişmiş haline doğru bir evrimleşmezdi" demiştir.
Gerçekten de bulgular oyunun evrim sürecinde oldukça eskiye dayandığına işaret etmektedir. Beyinlerindeki "neocortex" (beyinde bilinçli düşünce ve karar verme gibi üst seviyede düşünmeden sorumlu bölge) bölümü çıkarılan fareler normal oyun oynamaya devam etmiştir. Bu, oynama motivasyonunun "beyin sapı"ndan (memelilerin evriminden önce varolan bir bölge) geldiğine işaret etmektedir. 1994 yılında bu deneyi yapan Pankseep "bunun anlamı, oyun için gereken temel, genetik devre sistemi beynin en ilkel bölgesinde konumlanmıştır." demektedir.
Günümüzde pek çok anne baba, öğrenmeye dayalı yapılandırılmış aktivitelerin daha değerli olduğuna ve çocukların yararı için bunların serbest oyunun yerine geçirilmesi gerektiğine inanmaktadır. Alberta da bulunan Lethbridge üniversitesinden davranışsal nörobilimci Sergio M. Pellis "Hatta bazı anne babalar çocuklarının dışarıda, gözetimsiz oynamasına izin vermekte tereddüt ederler. Anne babalar oyunda çıkan kavgalar veya taşkın, hayalgücüne dayalı oyunlar sonucu zaman zaman meydana gelen sıyrıklar ve kırık kemiklerle ilgili de endişelenirler. Her ne kadar bu içgüdüler doğal olsa da korumacı davranmak yalnızca ödenecek bedeli erteler, çünkü aynı çocuk ne olacağı öngörülemeyen, karmaşık dünyayla baş etmeye çalışırken de zorluk çekecektir. Zengin bir sosyal oyun deneyimine sahip olan çocuk ise büyük olasılıkla öngörülemeyen sosyal durumlarla baş etme becerisi yüksek bir yetişkin olacaktır," demektedir.
Elkind "Anne babalar çocuklarının çocuk olmalarına izin vermelidir. Anne babalar bunu sadece çocuk olmak eğlenceli olduğu için değil, çocuğun başıboş, dizginlenemeyen coşkusunu yok saymanın çocukların merak eden, yaratıcı varlıklar olarak gelişmesini engelleyeceği için de yapmamalıdır" şeklinde uyarmaktadır. Elkind "oyun yeniden tanımlanmalı ve çalışmanın tersi olarak değil, tamamlayıcısı olarak görülmelidir. Merak, hayal gücü ve yaratıcılık kas gibidir: Eğer kullanmazsanız onları kaybedersiniz" demektedir.

Melinda Wenner

Çevirenler:
Ayça Karagöz
Mine Kayraklı Duman


 


Sizden Gelenler
Yayınlanması için gönderdiğiniz yazılar [Yazar]