Öğrencilerin özsaygı düzeylerinin, onların hem ruh sağlığı hem de okul başarıları üzerinde etkili olduğunu gösteren pek çok araştırına bulgusu vardır. Bu bulguları bir an için bir yana bırakıp öğretmenlerin kendi gözlemlerine başvursaydık, herhalde pek çok öğretmen başarılı öğrencilerinin genellikle kendilerine daha çok güvenen, kendilerine daha çok güvenen öğrencilerinin de daha başarılı öğrenciler olduklarını söyleyeceklerdi. Kuşkusuz kendilerinden hoşnut olan ve kendilerini değerli gören öğrencilerin, kendilerinden hoşnut olmayan ve kendilerini değerli görmeyen öğrencilerden daha başarılı olacakları açıktır.
Gözlemler böyle olmakla birlikte, bunun böyle olduğunun bilimsel kanıtları var mıdır diye sorulabilir. Gerçekten de öğrencilerin özsaygı düzeyleri ile akademik başarıları arasındaki pozitif ilişkinin olduğunu gösteren pek çok araştırmaya gerek yerli gerekse yabancı literatürde rastlamak mümkündür (Baymur ve Ark., 1977; Lawrence, 1981; Arseven, 1986; Cun, 1986; Skaalvik ve Aagtvet, 1990; Liu, Kaplan ve Risser, 1992; Pişkin, 1996).
Bulgular öğretmenlerin temel görevleri olan bilgi aktarma ve öğretme görevlerini yerine getirirken öğrencilerinin özsaygılarını da bir miktar dikkate aldıkları takdirde daha etkili öğretebildiklerini göstermektedir. Benzeri biçimde öğrencilerin özsaygılarını yükseltme çabası içine girdiklerinde, onların daha kolay öğrenmelerini de sağlamaktadırlar.
Amerika Birleşik Devletleri’nde öğretmenler üzerine yapılan bir araştırmada öğrencilerine genellikle olumlu tepkiler veren öğretmenler ile genellikle olumsuz tepkiler veren iki grup öğretmen karşılaştırılmıştır. Her ne kadar bu iki gruba giren öğretmenlerin tamamı da kendilerini iyi birer öğretmen ve izledikleri yöntemin en iyi yöntem olduğunu ileri sürüyorlarsa da, araştırma bulguları ilk gruba giren öğretmenlerin öğrencilerinin disiplin problemlerini daha kolay çözdüklerini, öğrencilerini daha uyumlu hale getirdiklerini, özsaygı düzeylerinin daha yüksek olduğun ve okul başarılarının daha yüksek olduğunu göstermektedir (Lawrence, 1988). Bu araştırmanın bulguları, öğrencilerin özsaygı düzeylerinin yükselmesinin onların öğrenme sorunlarıyla baş edebilme kapasitelerinin de yükselmesini sağladığına. işaret etmektedir.
Kuşkusuz öğretmenler öğrencilerinin özsaygılarını yükseltme etkinliklerine karar verdiklerinde karşılarına çıkabilecek en önemli sorunlardan biri bu etkinliklerin organizasyonudur. Her ne kadar profesyonel elemanlar olan rehber öğretmenler psikolojik danışma ve drama yoluyla öğrencilerin özsaygılarını yapılandırılmış etkinliklerle yükseltme çalışmaları yapabilirlerse de, unutulmamalıdır ki, bu tür yapılandırılmış programlara her öğrencinin gereksinimi olmayabilir. Dolayısıyla burada esas üzerinde duracağımız konu bu konuda öğretmenlerin ne yapabilecekleridir. Öğretmenler tarafından yürütülecek özsaygı yükseltme çalışmaları öğretim süreçleri ile kaynaştırılabilir ve bütün öğrenciler bu etkinliklerden yararlanabilirler.
Öğretim Yoluyla Özsaygıyı Geliştirme
Öğrencilerin özsaygıları ile akademik başarıları arasındaki ilişkiye işaret eden pek çok araştırmaya rastlamakla birlikte özsaygı denen bu önemli kişilik değişkeninin nasıl geliştirilebileceği konusunda önerilerde bulunan çok az çalışmaya rastlamaktayız. Bu nedenle bu yazının bundan sonraki bölümlerinde öğretmenlerimizin öğrencilerinin özsaygılarını nasıl yükseltebilecekleri, bu konuda neler yapabilecekleri konusu üzerinde durulacak ve bir takım önerilere yer verilecektir.
Öğrencilerin özsaygılarını psikolojik danışma ya da drama yoluyla yükseltmek mümkündür. Ancak bu tür etkinlikler bu konuda uzmanlaşmış olmayı gerektirir. Eğitim sistemimizde bu tür çalışmaları, okul rehberlik servislerinin başındaki profesyonel elemanlar olan rehber öğretmenlerden bu konuda bilgi ve beceriye sahip olanların yapması gerekir.
Ancak öğrencilerin özsaygı düzeylerini geliştirmenin tek yolu psikolojik danışma ya da drama değildir. Öğretmenler de öğretim teknikleri ve öğrencileriyle olan ilişkileri yoluyla onların özsaygılarını geliştirebilirler. Öğrencileriyle yakın ve sıcak ilişkiler kuran, onların özsaygılarını geliştiren öğretmenler böylece öğrencilerinin daha etkili öğrenmelerini de sağlayabilirler.
Öğrencilerin, statü sahibi ve kendileriyle yakın ilişkiler kurabilen bireylerin tutum ve davranışlarından etkilendikleri bilinmektedir. Ülkemizde öğretmenlerin öğrencilerin gözünde saygın bir yeri olduğunu, ancak gereksinim duyulan sıcak ve yakın ilişkinin çoğu zaman kurulamadığını görmekteyiz. Dolayısıyla öğrencilerin gözünde belli bir yeri ve saygınlığı olan öğretmenlerin öğrencilerinin özsaygı düzeyini geliştirebilmeleri için öncelikle onlarla sıcak ve yakın ilişkiler kurmaları gereklidir. Unutulmamalıdır ki, öğrencilerin özsaygılarının gelişimi ancak kaliteli. bir öğretmen - öğrenci etkileşiminden geçer.
Kaliteli Bir Öğretmen-Öğrenci Etkileşiminde Olması Gerekenler
Öğretmenlerin, öğrencilerinin özsaygı düzeylerini yükseltebilmeleri hiç değilse varolan özsaygı düzeylerini düşürmemeleri için onlara yakın olmaları ve onlarla sıcak bir ilişki kurmaları gereklidir. Kuşkusuz kendilerine sıcak davranan bir öğretmen öğrenciler tarafından her zaman sevilir. Ancak unutulmamalıdır ki, öğretmen tarafından kurulan sıcak bir ilişki öğrenciler tarafından sevilmenin ötesinde anlamlar taşır. İnsancıl yaklaşımın önde gelen isimlerinden Carl Rogers’ın etkili bir yardım ilişkisi için önerdiği kişisel özellikler, aslında bu sıcak ilişki ve etkileşimin kurulabilmesine temel teşkil eden kişilik özellikleridir. Rogers bu özellikleri şöyle sıralamaktadır : Kabul, İçten olma ve empati.
Kabul
Burada kabul teriminden kastedilen şey, öğrencinin kişiliğini yargılamadan ve eleştirmeden olduğu gibi kabul etmek ve ona saygı duymaktır. Yanlış bir davranışta bulunan bir öğrencinin öğretmeni tarafından yargılanmaması ve eleştirilmemesi gerektiğini söylemek pek çok kişiye ters ve tuhaf gelebilir. Burada kastedilen şey, öğrencinin yanlış davranışının değil, kişiliğinin doğrudan hedef alınıp eleştirilmemesidir. Davranış yanlış bile olsa o bireyin kabul edilmesidir. Yani kabul edilen şey, yanlış yapılan davranış değil, öğrencinin kişiliğidir. Eleştirilen ise onun kişiliği değil, yanlış davranışları olmalıdır. Böyle davranmakla, bir yandan öğrencinin yanlış davranışını onaylamadığımızı ona bildirirken, aynı zamanda onun kendisini değersiz hissetmesine yol açmaktan kaçınmış oluruz. Örneğin “yaramazlık yapmandan hoşlanmıyorum” demek “senden hoşlanmıyorum” demekten daha yararlıdır. Çünkü birinci ifade kızgınlıkla söylenmiş bile olsa, öğrencinin kişiliğini ikinci ifadede olduğu kadar doğrudan tehdit etmemektedir. Oysa ikinci ifade doğrudan öğrencinin kişiliğini eleştirel bir tarzda söylenmektedir ve iletişimi tehdit edici niteliktedir. Dolayısıyla öğretmenler öğrencileri tarafından sergilenen davranışları onaylamasalar, bu. davranışları eleştirseler bile bir birey olarak onlara saygı duymaya devam etmelidirler. Bu onlarla kurulacak sağlıklı bir iletişim kadar onların özsaygılarını korumaları için de gereklidir.
İçtenlik
İçten olma ya da. Mevlana’nın dediği gibi “olduğu gibi görünme” sanıldığı kadar kolay değildir. Bireyin diğer insanlarla olan ilişki ve etkileşimlerinde doğal olması, savunucu tutumlar sergilememesini gerektirir. Bir başka ifadeyle, bir takım maskeler takıp kendim.izi olduğumuzdan farklı göstermemeyi, yani içinde yaşadığımız toplumun genel kabul gören değerlerinden etkilenip kişiliğimizi sinsice gizlemek yerine gerçek kişiliğimizi ortaya koymayı, kendimiz olmayı gerektirir.
Böyle davranabilmek için kuşkusuz bireyin kendine olan özsaygısının yüksek olması gerekir. Çünkü ancak böyle olunca birey gerçek kimliğini ve kişiliğini başkaları tarafından onaylanma ya da dışlanma ve reddedilme kaygı ve korkusu yaşamadan ortaya koyabilir. Kuşkusuz sevilme ve onaylanma gereksinimi içinde olan bir birey yeterince sevildiği ya da onaylandığı konusunda kendisinden kuşku duyarsa yeterince içten davranamaz.
Görüldüğü gibi, içten olabilmek için bireyin kültürel fenomenlere karşı kendi biricikliğini koruyabilmesi ve kendini olduğu gibi kabul edebilmesi gerekir. Ayrıca yeterince içten davranabilmek, elde edilen başarılar kadar başarısızLıkların da her zaman olabileceğini kabul etmeyi gerektirir.
Empati
Empati temelde bir kimsenin diğer bir kişinin duygularını ve hislerini yakalaması, farkına varması ve anlaması anlamına gelir. Bu anlamda empatik beceri, bireyin kendisini diğer bireyin yerine koyarak, tıpkı onun gibi yaşaması ve bir ayna gibi karşısındaki kişiye yansıtması ve iletmesi anlamına gelir. Dolayısıyla empatik yaşantı, söz konusu spesifik duygunun diğer bireyle birlikte paylaşılmasıdır. Kuşkusuz tıpkı diğer özellik ve beceriler gibi bir kişilik özelliği olan empati de her insanda farklı düzeyde bulunur. Bazı insanlar bu beceriye daha ileri düzeyde sahipken, bazıları daha az düzeyde sahip olabilir. Fakat belli bir çaba ve eğitim yoluyla herkes iletişim için gerekli olan bu önemli beceriyi hiç değilse bir miktar yükseltebilir.
Bu beceriyi geliştirmenin yollarından biri, bizimle konuşan bireyin sözcüklerinin arkasında bulunan duyguları yakalamaya çalışmaktır. İnsanlar genellikle söylenenlere yani sözel olarak iletilen mesajlara o kadar odaklaşırlar ki, çoğa zaman sözcüklerin arkasında yatan duygular arka plana itilir ve hatta bazen tamamen gözden kaçırılır. Böylece iletişim, gerçek duygusal içerik anlaşılmadığından başarısız bir biçimde devam eder.
Öğrenciler, öğretmenlerinin kendini onların yerine koyup onların neler hissettiklerini anlamaya çalıştığını fark ettiklerinde, yani öğretmenlerinin empatik becerisini fark ettiklerinde büyük bir olasılıkla kendilerini öğretmenlerine daha yakın hisseder, ona güvenir; onu sever ve hatta ondan etkilenirler. Nitekim Rogers (1975) öğretmenlerin empatik olma düzeyi ile öğrencilerin akademik başarı düzeyleri arasında olumlu bir ilişkinin varlığını saptamıştır. Basitçe ifade edilecek olursa, öğrenciler öğretmenlerinin kendilerini anlamaya çalıştığını, onları sevdiğini fark edince hem öğretmenlerini daha çok sevmekte hem de okul başarılarında bir artış olmaktadır.
Lawrence (1988) burada öğretmenlerin empatik olma ile özdeşleşme kavramlarını birbirine karıştırmamaları gerektiğinin altını çizmektedir. Empati bir bireyin başka bir bireyin duygularını anlamak iken, özdeşleşme diğer bir insan gibi hissetme ve onun gibi davranmadır. Öğrencilerine empatik yaklaşım sergileyen bir öğretmen, bir yandan öğrencilerinin duygularını anlamaya çalışıp onlara gerekli duyarlılığı gösterirken, aynı zamanda kendisi gibi davranır. Yani öğretmenlik rolünü oynamayı sürdürür. Sınıfın yönetiminde söz sahibi ve sorumluluk sahibi olmaya devam eder. Oysa öğrencileriyle özdeşleşen bir öğretmen, adeta öğrencilerden birisi gibi olur. Otoritesini terk eder ve bir öğrenci gibi davranır. Özsaygıları yüksek ancak yeterince olgun ve deneyimli olmayan öğretmenler, öğrencilerin dünyasını anlama çabası içine girdiklerinde onlarla özdeşleşme, onlar gibi olma ve hatta otoritelerini yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalabilirler. Dolayısıyla genç ve deneyimsiz öğretmenlerin bu duruma karşı uyanık olmalarında yarar vardır.
Kuşkusuz bir öğretmen için empatik iletişimi sürdürmek her zaman kolay değildir. Özellikle de öğrenci sayısının kalabalık olduğu sınıflarda her bir öğrencinin duygularına kulak verememe tehlikesi her zaman mevcuttur. Hatta bazen öğrenciler tarafından dile getirilen sözlü mesajları bile dinlemek güçleşebilir. Empatik iletişim için tehlike arz eden durumlar sınıf ortamında çok çeşitli nedenlerle ve çok çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir. Bazen bir öğrencinin dediklerini anlamaya çalışırken, diğer öğrencilerin oluşturduğu gürültü, bir yandan dikkati çekmek isteyen başka bir öğrencinin çabaları vs. Bu nedenle empatik iletişim kurma çabasında olan bir öğretmenin her türlü engellemeye karşı uyanık ve sabırlı olması gerekir. Unutulmamalıdır ki, iletişim halindeki bir öğrenciye sırt çevirme kadar hiç bir şey bu öğrencinin özsaygısını düşüremez.
ÖZSAYGI VE İLETİŞİM
Sözsüz İletişimin Gücü
Öğretmenlerin kişilik özelliklerinin öğrencilerin özsaygıları üzerinde etkili olduğundan söz edilmişti. Ancak öğrencilerin özsaygıları üzerinde etkili olan bu özelliklerin dışında da bir takım faktörler vardır. Bunlardan birisi öğretmenlerin öğrencileriyle olan iletişimlerinde sergileyecekleri sözel olmayan davranışlardır ve öğrencilerin özsaygıları üzerinde tahmin edilenin üzerinde etkilidir. Özellikle çocuklar için sözel olmayan ipuçları oldukça önemlidir. Çocukların sözel olmayan ipuçlarına gösterdikleri duyarlılığın aksine, yetişkinler çoğu kez kendilerini iletişimde sözel olmayan bu ipuçlarına tamamen kapatabilmektedirler. Jestler, mimikler, baş ve yüz hareketleri, vücudun duruşu, göz kontağı, sesin tonu ve hızı, konuşma anındaki duraklamalar hep iletişim anında çeşitli mesajlar sunarlar (Danish, D’Augelli ve Hauber, 1994 ; Pişkin ve Öner, 1999).
Sözcüklerle dile getirilen ifadeler daha objektif bir karaktere sahip olmakla birlikte, sözel olmayan mesajlarla kolayca manipule edilebilirler. Oysa sözel olmayan davranışlarımız daha sübjektif ve daha. içgüdüsel olduklarından pek de kolay manipule edilemezler. Bu nedenledir ki, bazen saklamak istediğimiz duygularımızı sözel olmayan davranışlarımız ele verirler. Özellikle de sözel olmayan davranışlara karşı duyarlı olan bireyler bu ipuçlarını kolayca değerlendirebilirler. Örneğin kendisinden nefret ettiğimiz bir bireye karşı olan olumsuz duygularımızı gizlemeye çalışsak bile, sözcüklerimiz özellikle de sözsüz iletişimde duyarlılığı olan bireylere pek de inandırıcı gelmeyebilir. Örneğin kendisini gerçekte kıskandığımız bir bireyi ne kadar çok sevdiğimizi söylesek de, gerçekte o bireyle olan iletişimizde kullandığımız sözsüz iletişim tam tersini söyleyebilir.
Gözlemler ve araştırma bulguları, sözlü ve sözsüz iletişim arasında bir tutarsızlık olduğunda, bireylerin genellikle sözsüz iletişim yoluyla verilen mesajları dikkate aldıklarını göstermektedir. Bu nedenle öğretmenlerin öğrencilerine verdikleri mesajların içtenlik ve samimiyet derecesini kontrol etmeleri gereklidir. Aksi takdirde verilen sözel mesajların öğrenciler üzerinde pek de bir etkisinin olamayacağı açıktır.
Ancak burada akla hemen şu soru gelebilir : Öğretmen yaramazlık yapan, disiplinsiz davranan ya da onaylanmayacak yanlış bir davranışta bulunan bir öğrencisinin bu davranışını, özsaygısı düşmesin diye görmezden mi gelmelidir? Yoksa onunla bu konuyu onu kabul ederek, ona saygı duyduğunu göstererek konuşmalı mıdır? Birinci şıkkı izleyen, yani öğrencisinin özsaygısını düşürmemek adına bu davranışı görmezden gelen bir öğretmenin, aslında öğrencisinin yanlış davranışıyla yüzleşmesini engellediğini söyleyebiliriz. Böyle bir tavır, davranışın öğretmen tarafından eleştirilmediğini gören öğrencinin bu davranışı daha sonraki zamanlarda da tekrarlama olasılığı olduğundan yanlıştır. İkinci şıkkın izlenmesi temelde uygun bir yaklaşımdır. Ancak burada da öğretmen öğrencisini kabul ettiğini, onu sevdiğini fakat davranışını onaylamadığını sözcükleriyle iletse bile, sözel olmayan davranışları öğrencisine aslında kızgın olduğu konusunda onu ele vermez mi? Böyle bir durumla karşı karşıya kalan, yani sözel ve sözel olmayan tepkileri arasında tutarsızlık olan bir öğretmenin, öğrencisinin davranışını onaylamasa bile öğrencisini kabul etmesini ve ona saygı duymasını engelleyen şeyin neler olduğu konusunda kendisini sorgulaması gerekir.
Sözel İletişim
Sözel mesajlar bireylerin özsaygı düzeylerini düşürebileceği gibi yükselte de bilir. Gözlemler öğretmenlerin öğrencilerine karşı sınıfta kullandıkları sözcük ve deyimlerin türü itibariyle iki kategoriye ayrılabileceğini göstermektedir.
Kullanılan bu deyim ve sözcüklerin bir bölümü güdüleyici, moral verici, öğrencilerin hoşuna gidici ve onlara değer verildiğini gösteren kavramlardır. Diğer bölümü ise suçlayıcı, küçük düşürücü, mahcup edici, yargılayıcı ve genellikle birinci gruptaki sözcük ve deyimlerin tersine kaygı yaratıcıdır. Batı’da yapılan araştırmalar genellikle birinci gruba giren deyim ve sözcükleri ağırlıklı olarak kullanan öğretmenlerin sınıfındaki öğrencilerin gerek özsaygı gerekse akademik başarı derecelerinin, ikinci gruptakilerden daha yüksek olduğunu göstermektedir (Lawrence, 1988).
Bir öğretmenin öğrencisine “Aferin, sınav kağıdını çok iyi buldum” demesi büyük olasılıkla o öğrencinin özsaygısını olumlu yönde etkilerken, “sınav performansın daha iyi olabilirdi, bu sonucu senden beklemiyordum” demek büyük olasılıkla aynı öğrencinin özsaygısını olumsuz etkileyecektir. Kuşkusuz sözcüklerle iletilen bu mesajların öğrencilerin özsaygıları üzerindeki esas etkisi, ancak bu mesajlara eşlik eden sözsüz davranışlarla birlikte anlam kazanır. Sözel mesajların veriliş biçiminin öğrencilerin özsaygıları üzerinde oldukça etkili olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle öğretmenler sözcüklerle ilettikleri mesajları, olumsuz ifadeler yerine daha çok olumlu formlar kullanarak vermelidirler. Aksi takdirde aynı mesajlar öğrencilerin özsaygı düzeylerini yükseltebilecek nitelikte olabilecekken tam tersi de olabilir.
Yapılan bütün bu açıklamalardan öğrencilerin asla suçlanamayacakları ya da hiç bir şekilde cezalandırılamayacakları anlamı çıkarılmamalıdır. Kuşkusuz özsaygıyı yükseltmek demek öğrencinin tembelliğini, derslerine çalışmamasını ya da disiplinsiz davranışlarını görmezlikten gelmek anlamına gelmez. Başarısız bir öğrenciyi öğretmen ne kadar pohpohlarsa pohpohlasın, başarısızlığını sanki başarılıymış gibi göstermeye çalışırsa çalışsın bu pek de bir işe yaramayacaktır. Çünkü okul gibi notların esas alındığı ve insanların başarılarına göre derecelendiği bir ortamda, öğrenci zaten bir şekilde kendi performansını diğer öğrencilerinkiyle karşılaştırarak kendine ilişkin gerçek bir algıya sahip olacaktır. Ülkemizde özellikle ilköğretim düzeyinde zaman zaman aynı sınıfta yer alan öğrenciler performans düzeylerine göre gruplara ayrılmaktadır. Öğrencileri başarı düzeyleri açısından gruplara ayırırken ne kadar profesyonel davranırsa da, yani bu grupların aslında başarı düzeyleri dikkate alınarak yapılan bir gruplama olmadığı hissi öğrencilere verilmeye çalışılsa da eninde sonunda öğrenciler bu grupların aslında başarı yönünden yapılan gruplamalar olduğunu fark etmektedirler.
Burada esas itibariyle vurgulanmak istenen şey, öğrencilerin sahte benlik kavramlarına değil, gerçek benlik algılarına sahip olmalarının önemidir. Bu nedenle öğrenciler kendilerini ve sahip oldukları özelliklerini abartmadan, olduğu gibi kabul etmeleri yönünde teşvik edilmelidirler. Öğretmenler tarafından zaman zaman yapılan eleştiri ve suçlamalar, kabul edici, değer verici, koruyucu ve güven verici bir ortamda yapıldıklarında zaten öğrencilerin özsaygılarını zedeleme riski taşımazlar. Ayrıca, öğretmenler tarafından yapılacak övgülerin, onların notlarından ziyade sergiledikleri çaba ve davranışlara dönük olmasının gerektiği de unutulmamalıdır. Belki burada yarışmacı bir ortamın zararlı olup olmadığı sorusu gündeme gelebilir. Bu soruya verilecek yanıt, eğer bu yarış öğrencide aşırı kaygı yaratıyor ise, böyle bir atmosferin o öğrencinin özsaygısı açısından zararlı olduğudur.
Öğretmen Beklentilerinin Etkisi
Öğretmen - öğrenci ilişkilerinin üzerinde sıkça durulan boyutlarından birisi de “beklenti etkisi”dir. Bu kavrama göre öğrenciler, öğretmenlerinin onlara ilişkin algılarından etkilenmekte ve kendilerini bu beklentilere göre ayarlamaktadırlar. İngiliz eğitim psikoloğu Hargreaves (1972) öğretmenlerin genellikle kafalarında bir “ideal öğrenci tipi”nin olduğunu ileri sürmektedir. Buna göre öğretmenler bu ideal tipe uymayan öğrencilerin pek de başarılı olamayacakları inancındadırlar.
Bulgular öğretmenlerin öğrencileri kendi beklentileri doğrultusunda davranma konusunda etkileyebildiklerini, ancak bu durumun öğretmen ve öğrenci arasında sıcak bir ilişkinin olması durumunda geçerli olduğunu göstermektedir. Yoksa öğretmen beklentileri ile öğrenci algıları arasında taban tabana bir zıtlığın olduğu durumlarda, gözlemler öğrencilerin genellikle öğretmen beklentilerini pek de dikkate almadıklarını, kendi algılarına göre davrandıklarını göstermektedir. Görülüyor ki, öğretmen beklentileri her durumda etkili olamamaktadır. Her şeye rağmen öğretmenlerin bu etkinin varlığını hesaba katmalarında ve ortaya çıkma olasılığına karşı uyanık olmalarında yarar vardır.
Günlük Temasın Önemi
Sınıf ortamının öğrencilerin özsaygılarını etkileyebilecek pek çok boyutu olmasına karşın, araştırmalar öğretmenlerin öğrencileriyle olan günlük temas ve iletişimlerinin en etkili faktör olduğunu ortaya koymaktadır (Lawrence, 1988).
Buradan çıkarılacak sonuç, öğretmenlerin her derste sınıflarında bulunan her bir öğrenci ile hiç değilse belli düzeyde kişisel bir ilişki kurmalarının, en azından böyle bir çaba içinde olmalarının önemidir. Bu günlük temas bazen bir hal hatır sorma, bazen de bir iki sözcükten ibaret bir güdüleyici, bazen ise bir gülümseme bile olabilir. Kuşkusuz her gün her öğrenci ile bir miktar ilgilenmek daha çok ilköğretim düzeyinde olanaklıdır. Öğrencilerini ancak haftada bir veya iki defa gören bir lise öğretmeninin her öğrencisiyle bir miktar ilgilenmesi her zaman mümkün olmayabilir.
Her şeye rağmen her öğretmenin dikkat etmesi gereken noktalardan biri, her öğrencisini kişisel olarak tanıması ve isimlerini öğrenir öğrenmez onlara üçüncü tekil şahıs bir hitap tarzıyla seslenmek yerine isimleriyle hitap etmesidir. Kuşkusuz öğretmenlerin günlük temas yoluyla öğrencilerine olan ilgilerini göstermeleri, öğrencilerin özel yaşamlarını kurcalamak ve kişisel sorularla onları rahatsız etmek demek değildir. Bir öğretmen gerektiğinde ilgisini öğrencisinin özel yaşamına, ev ve aile ortamının detaylarına kadar uzatabilir. Ancak böyle bir durumun öğrencinin kendisini rahat hissedebileceği güven verici bir ilişkinin kurulmasında sonra olabileceği unutulmamalıdır.
Görüldüğü gibi öğretmenler öğrencilerinin özsaygılarını yapılandırılmış ve sistematize edilmiş özsaygı yükseltme programlarına başvurmadan da yükseltebilirler. Rehberlik ilkelerini benimsemiş bir öğretmen, öğrencileriyle olan ilişkileri aracılığıyla öğretim fonksiyonunu icra ederken aynı zamanda onların özsaygılarını da yükseltebilir. Kuşkusuz özsaygı düzeyinin düşük olduğu saptanan ya da başka davranış bozuklukları da sergileyen öğrencilerin durumu öğretmenin yeterlik sınırını aştığından, bu tür öğrencilerin okul rehberlik servisine gönderilip profesyonel yardım almaları gerekir. Ama her şeye rağmen öğretmenler rehberlik saatlerinde yapacakları bir takım etkinliklerle öğrencilerinin özsaygılarını yükseltmelerinde onlara yardımcı olabilirler.
Hatice Topçu Ersoy
Uzman Psikolog
Yayınlanması için gönderdiğiniz yazılar [Yazar]